Barselona Günlükleri: Gaudí'nin Şehri ve Bir Erasmus Öğrencisinin Bakışı
Düsseldorf'tan uçağa atlayıp Barselona’ya indiğimde, üç günlük kısa ama dolu dolu geçecek bir keşif macerasına adım atacağımı biliyordum. Konaklamamı şehir merkezine yaklaşık 5 km mesafedeki Les Tres Torres bölgesinde ayarladım. Tek kişilik, sessiz sakin bir pansiyon hem dinlenmek hem de akşamları günü değerlendirmek için idealdi. Şehir merkezine ulaşım oldukça kolaydı; metro ağı hızlı ve düzenli çalışıyor. Şehirde geçirdiğim her gün ayrı bir temayla doluydu.
1. Gün: Gotik Sokaklar ve Modernizmin Kalbi
İlk günümü Barselona'nın merkezindeki simge yapılara ayırdım. İlk durağım, elbette ki Sagrada Família oldu. Gaudí’nin hâlâ tamamlanmamış başyapıtı olan bu bazilika, mimarinin dahiyle tanışma gibiydi. Devasa sütunlar, renkli vitraylar ve doğa temalı detaylar büyüleyiciydi. Ardından Casa Batlló ve Casa Milà’yı (La Pedrera) ziyaret ettim. Her iki yapı da Gaudí'nin doğadan ilham alan mimarisinin birer yansıması; özellikle Casa Batlló’nun rengârenk cephesi ve dalgalı balkonları beni oldukça etkiledi.
Aynı gün, Barselona'nın Gotik Mahallesi’nde yürürken Barselona Katedrali’ne ulaştım. Katedralin avlusunda dolaşırken tarihin içinde kaybolmuş gibi hissettim. Hemen yakınında yer alan ve Instagram'da sıkça karşımıza çıkan, dar sokakların arasındaki taş köprü (Pont del Bisbe), Orta Çağ atmosferini daha da yoğunlaştırdı.
2. Gün: Sessiz Estetik ve Kentin Derinlikleri
İkinci günümü daha sakin ama yine de derinlikli eserlere ayırdım. Casa Vicens, Gaudí'nin ilk önemli eserlerinden biri. Seramik detayları ve renkli dış cephesi ile diğerlerinden oldukça farklı bir tarzı vardı. Bu yapı, Gaudí’nin gençlik dönemindeki enerjisini yansıtıyor. Ardından rotamı Montjuïc bölgesine çevirdim. Tepeye çıkmak için teleferik harika bir seçenekti; yukarıdan şehri kuşbakışı izlemek çok keyifliydi. Montjuïc Sarayı’nın önündeki alan akşam saatlerinde müzikli ışık gösterilerine ev sahipliği yapıyor, fakat ben gündüz saatlerinde gittiğim için daha sakin bir atmosfer vardı.
3. Gün: Deniz Kıyısı ve Son Dokunuşlar
Son günümde Barselona’nın sahil kısmına yöneldim. Barceloneta tarafında Sen Sebastian Beach oldukça popülerdi. Temmuz ayında hafif esen rüzgar eşliğinde deniz havası almak gerçekten rahatlatıcıydı. La Rambla boyunca yürüdüm; hareketli, turist dolu ama bir o kadar da canlı. Yol üzerinde bulunan La Boqueria Pazarı'na uğramamak olmazdı. Taze meyve suları ve egzotik atıştırmalıklar tatmak için idealdi.
El Born bölgesi, küçük butik dükkânlar ve kafelerle dolu. Bir tanesinde, şimdiye kadar yediğim en lezzetli cheesecake’i yedim. Yoğunluğu, hafif ekşimsi tadı ve taptaze sunumu hâlâ aklımda.
Barselona mı Almanya mı?
Barselona, özellikle Almanya’da birkaç aydır süren Erasmus hayatımdan sonra bana fazlasıyla canlı ve renkli geldi. Almanya’daki düzen, sakinlik ve sistemli yaşam tarzının tam zıttı bir yer Barselona. Burada insanlar geç saatlere kadar dışarıda, sokaklar cıvıl cıvıl. Almanya’da marketler 20.00’de kapanıyor ve pazar günleri neredeyse her yer kapalıyken, Barselona’da geç saatlere kadar açık yer bulmak mümkün.
Ama bir Erasmus öğrencisi olarak, Almanya’nın sunduğu konforu ve güveni de göz ardı edemem. Barselona’da dikkatli olmanız gereken birçok şey var; yankesiciler örneğin. Almanya’da ise daha iç huzuruyla dolaşıyorsunuz. Öte yandan, Barselona size ilham verirken Almanya sizi üretkenliğe teşvik ediyor. Biri kalbinizi, diğeri aklınızı besliyor desek yanlış olmaz.
Son Söz:
Bu üç günlük Barselona kaçamağı, Erasmus maceramın en keyifli anılarından biri olarak hafızama kazındı. Şehri yaşamak, Gaudí’nin izini sürmek ve Akdeniz havasını solumak hem dinlendirici hem de ilham vericiydi. Eğer Almanya’da ya da başka bir Avrupa ülkesinde Erasmus yapıyorsanız, kesinlikle bu tarz kısa kaçamaklar için zaman yaratın. Çünkü bazen üç gün bile size bir ömürlük perspektif kazandırabilir.