Amsterdam

Amsterdam
Photo by Jose Llamas / Unsplash

Herkese merhaba. Bu yazımda sizlere en sevdiğim şehirlerden biri haline gelen Amsterdam’dan bahsedeceğim. Kaldığımız yer olan Wuppertal’dan tren aktarmaları yaparak Amsterdam’a ulaştığımızda ilk olarak istasyona yakın bir konumda bulunan Dam Meydanı'na geçtik. Burada Madame Tussauds müzesi ve Kraliyet Sarayı gibi birçok turistik konum ve tarihi yapı bulunuyor.

Ardından kanalların olduğu bölgeye geçerek şehrin tarihi yapısını keşfettik, bol bol fotoğraf çekindik. Bu sırada şans eseri bir müzik festivaline denk geldik. Kanalın üzerine kurulan sahnede çocuklardan ve gençlerden oluşan bir orkestra eşliğinde canlı müzik dinledik. Festivali izlerken Amsterdam halkının günlük hayatlarını gözlemleme şansımız da oldu. Tekne sahibi olan insanlar teknelerini sırayla sahnenin kenarına park etmiş buradan festivali izliyorlardı. Bizim için oldukça keyifli bir deneyimdi.

Kanalların etrafında yaptığımız turun ardından şehirdeki turistik noktalardan biri olan Bloemenmarkt’a yani Çiçek Pazarı’na gittik. Burası lale tohumları, buzdolabı süsleri ve anahtarlıklar gibi çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı bir yüzen pazar. Buraya yüzen pazar denmesinin sebebi, eskiden buraya gelen çiftçilerin lalelerini ve diğer bitkilerini kanaldaki botlarda satmalarıymış. Şu anda botlardaki tezgahlar nehrin kıyısına sabitlendikleri için yüzmüyorlar ancak bu nokta ismini buradan alıyor. Hediyelik eşyalar diğer gezdiğim yerlere göre oldukça ucuzdu bu yüzden ben aileme ve arkadaşlarıma hediye almak için burayı tercih ettim. Eğer siz de Amsterdam'a gelip sevdiklerinize turistik hediyeler almak isterseniz öncelikle buraya bakabilirsiniz.

Bloemenmarkt’a yaptığımız gezinin ardından şehrin meşhur yiyeceklerini tatmak için sokaklarda gezmeye başladık. İlk olarak Van Stapele kurabiyesi yemeye gittik. 10-15 dakika boyunca dışarda sıra bekledikten sonra kurabiyeleri aldık ve tadını baya beğendik. Gerçekten inanılmaz lezzetliydi.  Ardından şehrin bir diğer meşhur yiyeceklerinden biri olan patates kızartmalarını denemek için Fabel Friet’e geçtik. Yine bir süre boyunca sırada bekledikten sonra parmesan peynirli ve trüf mayonezli patates kızartması yedik. Yediğim en güzel patates kızartmalarından biriydi, şiddetle tavsiye ederim.

Biraz dinlenip karnımızı doyurduktan sonra Museumplein bölgesine geçtik. Burası birden fazla müzenin bulunduğu turistik bir bölge. Aslında buraya gelmekteki asıl amacımız Van Gogh müzesini ziyaret etmekti ancak rezervasyon bulamadığımız için maalesef ki müzeyi gezemedik. Bu yüzden müzelerin arkasındaki park alanına oturduk ve biraz dinlenip doğanın tadını çıkardık. Eğer siz de şehirdeki müzeleri gezmek isterseniz öncesinde mutlaka rezervasyonlarını veya biletlerini kontrol etmenizi tavsiye ederim.

Son olarak şehirdeki Hard Rock kafeye uğradık ve mağazasında dolaşarak alışveriş yaptık. Sonrasında da yeniden Central Station’a geçerek Wuppertal’a geri döndük ve Amsterdam gezimizi sonlandırdık.

Amsterdam ile ilgili şunu da söylemeden geçemeyeceğim, eğer buraya gelirseniz bisikletlere de tıpkı arabalara olduğunuz gibi dikkat etmenizi tavsiye ederim çünkü bu şehirde bisikletliler, arabalardan ve yayalardan çok daha öncelikli bir konumdalar. Eğer siz kurallara uymazsanız onlar da bunu tolere etmeyeceklerdir. Bu sebeple yolda yürürken sürekli dikkatinizin açık olması ve her an kurallara uymanız lazım. Yani taşıt trafiğinin yanı sıra mutlaka bisiklet trafiğine de dikkat etmelisiniz.

Amsterdam, özgürlükler şehri. Buna rağmen insanlar birbirlerine karşı oldukça saygılı, kimse kimseyle ilgilenmiyor ve herkes kendi işinde. Şehir sakin ancak aynı zamanda da hareketli. Burası hem benim için hem de arkadaşlarım için rüya gibi bir şehir olarak kaldı. Gerçekten inanılmaz keyif aldığımız, her köşesini zevkle gezdiğimiz yerlerden biriydi. Umarım ilerleyen zamanlarda bu büyüleyici şehre yeniden gelme imkanı bulabilirim.  

Okuduğunuz için teşekkürler, sevgiler.